03 Aralık 2025 Çarşamba
2000’lerin başı, Türkiye ekonomisi için bir kırılma dönemiydi: yüksek enflasyon, dalgalı döviz kuru, finansal kırılganlık ve yapısal sorunlar… O dönemde ekonomiyi istikrarsız kılan en önemli kronik sorunlardan biri enflasyon oldu. Büyüme zaman zaman yakalansa da, “sürdürülebilir ve dengeli kalkınma” modelini inşa etmekte zorluk yaşandı. Özellikle enflasyon, cari açık, dış borç yapısı ve benzeri yapısal kırılganlıklar bu süreci zorlaştırdı. Birçok ekonomist, yıllar içinde büyüme rakamlarıyla “parlak” resimler çizilse de, bu büyümenin arka planında gelir dağılımı eşitsizliği, enflasyonun yarattığı alım gücü kaybı ve yapısal reform eksiklikleri olduğunu vurguladı. Sonuç: Türkiye, geçmişte özellikle 2000’ler başı “kriz ülkesiydi”. Yapısal sorunlar, enflasyon ve ekonomik kırılganlık, sürdürülebilir kalkınmayı gölgeliyordu.
Dalgalanma ve Yeni Arayışlar
Ancak 2000’ler ve 2010’lar boyunca, zaman zaman güçlü büyüme dönemleri yakalandı ama bu büyüme genellikle dalgalı, kırılgan ve uzun vadeli yapısal sağlamlıktan uzak oldu. Son dönemde, özellikle 2023 sonrası ekonomi politikalarında yön değişimi görüldü: “yüksek enflasyon + düşük faiz” siyaseti terk edilerek, daha “ortodoks” para ve maliye politikalarına geçiş sinyalleri verildi. Bu değişim, 2024’te büyümede % 3.2’lik bir artışla kendini gösterdi bu oran, sıkı para politikası ve yüksek faiz yüküne rağmen beklentilerin üzerinde çıktı. Ancak bu iyileşmeye rağmen, ekonomi hâlâ kırılgan: kredi ödemelerinde, şirket bilançolarında bozulmalar, “gerçek ekonomi” tarafında sorunlar olduğu yönünde uyarılar var. Yapısal dönüşüm üretim, ihracat, sanayi, teknolojik adaptasyon bazı sektörlerde ivme kazandı; örneğin sanayi üretimi ve “imalat sektörü” gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) artışında önemli rol oynuyor. Bu aşamada Türkiye, “kırılgan ama potansiyeli olan bir ekonomi” olarak tanımlanabilir temellerin sağlamlaştırılması, ancak hala birçok risk barındıran bir yapı.
2025–2026 Perspektifi
Bugün, Türkiye ekonomisi belirsizliklerle birlikte dikkatli bir yöne doğru kaymaya çalışıyor. Umut Verici Gelişmeler Enflasyonda düşüş eğilimi başladı: yıllık enflasyon 2025’te önceki yıllara göre geriledi. Büyüme yine pozitif: 2024’te % 3.2, 2025 ve 2026 için de % 3–4 bandında büyüme öngörülüyor. Kamu borçluluğu/gsyih oranı görece düşük: Bu, yani borç yükünün görece hafifliği, makroekonomik kırılganlığı azaltan bir faktör olarak görülüyor. Yapısal reform beklentisi ve yeni düzenlemeler (üretimin artırılması, mali disiplin, vergi/reform adımları) konuşuluyor; eğer uygulanırsa, sürdürülebilir ve dengeli büyüme için fırsat doğabilir.
Henüz Tam Aşılamayanlar
Bankacılık ve kredi piyasalarında “kötü kredi (NPL)” oranlarında artış olduğu, bu durumun reel sektör ve KOBİ’ler üzerinde baskı yarattığı ifade ediliyor. Emek piyasasında “alt istihdam / kayıt dışılık / gelir eşitsizliği” sorunları hâlâ önemli; bu da büyümeden gelen kazancın topluma eşit dağılmadığını gösteriyor. Enflasyon hâlâ yüksek ve enflasyon beklentileri, kur oynaklıkları, dış talep-siyasi- jeopolitik riskler, orta vadede kırılganlık yaratabilir. Büyümenin yapısı sanayi, imalat, ihracat, teknoloji yatırımı gibi alanlara kaymalı; sadece kısa vadeli kredi genişlemesiyle büyüme, sürdürülebilirlik sağlamıyor. Özetle: 2025 itibarıyla Türkiye ekonomisi “stabilizasyon / yavaş toparlanma / kırılgan iyileşme” döneminde. Ancak bu iyileşmenin sürdürülebilir olması için yapısal reformlar, mali disiplin, üretim/imalat/inovasyon odaklı politikalar kaçınılmaz görünüyor.
Nereye Gidebiliriz? Burada, Türkiye’nin izleyeceği politikalar, küresel konjonktür ve iç dinamiklere bağlı olarak bir kaç olası senaryoyu değerlendirebiliriz: “Dengelenmiş, Sürdürülebilir Büyüme” Senaryosu Enflasyonun kontrollü şekilde düşürülmesi, fiyat istikrarının sağlanması Kamu maliyesinde disiplin, borç sürdürülebilirliğinin korunması Sanayi, imalat, ihracat, teknoloji ve yenilik odaklı yapısal yatırımlar İş gücünün verimliliği artırılması, kayıt dışılığın azaltılması, sosyal politikalarla eşitsizliğin gözetilmesi. Bu senaryoda Türkiye, uzun vadede orta–üst gelir grubuna daha düzenli şekilde yükselebilir; milli gelir, kişi başı gelir, refah düzeyi artar; dışa bağımlılık azalır; istikrarlı büyüme sağlanır.
“Dalgalı, Dalgalanmaya Açık” Senaryo (Orta Yol) Enflasyon düşse de, dönemsel kur şokları, faiz-dövize bağlı finansal kırılganlık devam eder. Büyüme arada artar arada durgunluk olur; yapısal reformlar gecikir veya eksik kalır. Gelir dağılımındaki eşitsizlik, iş güvencesizliği, kayıt dışılık gibi sosyal sorunlar sürdürülebilir refahı zayıflatır; halkın alım gücü, yaşam standardı istenilen düzeye gelmeyebilir
“Yeni Kriz, Geri Dönüş” Senaryosu Enflasyon yeniden yükselir ya kur, ya global şoklar, ya mali disiplinsizlik nedeniyle, Kredi piyasasında bozulma artar, “non performingloans” (takipteki krediler) çoğalır reel sektör zarar görür, yatırımlar durur. Yapısal reform yapılmaz; üretim-inovasyon altyapısı ihmal edilir büyüme zayıflar, dış borç/kur riski artar, ekonomik kırılganlık artar. Bu senaryo halkın refahında ciddi düşüş, işsizlik, alım gücünün azalması ve toplumsal memnuniyetsizlik yaratabilir
Ne Öğrendik, Ne Öğreniyoruz? Türkiye ekonomisinin son 20–25 yılındaki hikâyesi; yeniden yapılanma, iniş-çıkış, kırılganlıklar ve fırsatlarla dolu. “Yüksek büyüme + yüksek enflasyon + kırılgan finansal yapı” üçlüsü bir süre sürdürüldü ama bu model, yalnızca kısa vadeli kazanç sağladı, uzun vadeli istikrar getirmedi. Günümüzde yön değişikliğine gidildiği görülüyor; enflasyon kontrolü, kamu borcu yönetimi, mali disiplin ve reform beklentisi bu iyi sinyaller., Ancak bu sinyallerin “politik taahhüt” haline dönüşmesi, yapısal sorunların (üretim, kayıt dışılık, gelir eşitsizliği, yatırım–inovasyon, dış bağımlılık vs.) kalıcı çözümlerle aşılması şart.
Bir Şans, Ama Aynı Zamanda Sorumluluk
Türkiye bugün doğru adımlar atılırsa orta vadede “güçlü, dengeli ve sürdürülebilir bir ekonomi” imkânı yakalamış durumda. Fakat bu potansiyel, sadece büyüme rakamlarıyla değil: eşit refah, ekonomik istikrar, sosyal adalet, yatırım ve üretimle gerçekleşebilir. Eğer ekonomi yöneticileri bu pencereyi iyi değerlendirir, yapısal reformları kararlılıkla uygular, kamu maliyesinde istikrarı gözetir, üretim-imalat-ihracat odaklı büyümeyi sağlar Türkiye’nin “geleceği” sadece söylem değil, somut refah olabilir. Ancak rehavet, politik belirsizlik ya da piyasada güven kaybı, bu potansiyeli boşa çıkarabilir. Kısacası: Türkiye zor bir geçmişten geldi şimdi bir yol ayrımında. Ya “yalnızca rakamlara dayalı büyüme” ile geçmişin hatalarını tekrarlayacak; ya da “sağlam temeller yapısal dönüşüm adil refah” ile uzun soluklu bir kalkınma inşa edecek. Yazan; Ergün DOĞRU

bakhabere.com’un Haberine göre Elon Musk, Hintli girişimci Nikhil Kamath ile katıldığı bir podcast programında yapay zekâ ve robotik teknolojilerin geleceğine dair dikkat çekici açıklamalarda bulundu. Musk’a göre, üretimin büyük ölçüde otomatikleştiği bir dünyada para, iş gücünü organize eden bir araç olmaktan çıkabilir.
Otomasyon artarsa ekonomik düzen kökten değişebilir !
Musk, insan ihtiyaçlarının tamamen yapay zekâ ve robotlar tarafından karşılandığı bir düzende klasik ekonomik ilişkilerin anlamını yitirebileceğini söyledi. Üretim ile emeğin birbirinden bağımsız hâle geldiği böyle bir senaryoda, paranın temel işlevinin ortadan kalkacağı görüşünde. Bu yaklaşımını açıklarken, İskoç bilimkurgu yazarı Iain Banks’in “Culture” serisine atıfta bulunan Musk, söz konusu evrende bolluğun hâkim olduğu toplumların para sistemine ihtiyaç duymadan yaşamını sürdürebildiğini hatırlattı. Musk’a göre teknoloji, uzun vadede benzer bir kıtlık sonrası topluma kapı açabilir.
“Gerçek para enerjidir”
Musk, para kavramının gelecekte önemini yitirebileceğini ancak enerjinin temel değer unsuru olmaya devam edeceğini belirtti. Enerjiyi “fizik yasalarına dayanan gerçek para birimi” olarak tanımlayan Musk, Bitcoin’in bu noktada ayrı bir yerde durduğunu ifade etti. Bitcoin’in proof-of-work mekanizmasının elektrik ve donanım gücüne dayanması, dijital değeri fiziksel bir zemine oturtan özellik olarak öne çıkıyor.
Bitcoin tartışması
Musk, enerji üretiminin yasal düzenlemelerle artırılamayan ve manipüle edilmesi mümkün olmayan bir kaynak olduğuna dikkat çekerek, bunun Bitcoin’i güçlü bir değer aracı hâline getirdiğini savundu. Ancak kripto paranın yüksek enerji tüketimi, çevresel etkilerine yönelik tartışmaları da beraberinde getiriyor. Haber Editörü ; Cem Bayram SEÇEN



Tutuklu sanık Seçil Erzan, “Süleyman Aslan’la birlikte çalışıyorduk. Bana, “Ben bu gayrimenkulü bankanızın reklamında gördüm, almak istiyorum’ dedi. Ben de bankayla görüştüm. Sonra ben, Süleyman ve Serkan Bey bir görüşme yaptık. Vatan Caddesi’nde bir hastanenin gayrimenkulüymüş. Süleyman Aslan çok düşük bir para teklif ettiği için olmadı. Aradan zaman geçti, tekrar almak istediler. “Biz faiz istemiyoruz, bize bu gayrimenkulü al’ dediler. Beni sürekli arıyordu.
DenizBank’ın en iyi müşterisiydi. Üç tane senet verdim. Benden 3 buçuk milyon dolar fazla aldı. Fatih Terim’in bana 700 bin dolar verip fazlasını almasına rağmen 3 milyon doları sormasını anlamıyorum. DenizBank’ın kamera kayıtları duruyormuş; oradan bakılsın. Umut’un ‘Ben parayı elden verdim’ dediği yalan. Atilla Baltaş’ın avukatıyla ilgili o banka, DenizBank’ın laptop çantasıydı. O çantanın içine 200 bin dolar koyup kendim verdim Atilla Baltaş’a. Çantayı geri istedim, lazımdı bana. Kaç kere söyledim, sonra getirdi. Ben sistem falan kurmadım. Kurmuş olsam sistemli olurdu; benden zorla para almaya çalıştılar.
Bu fonun kaybetme ihtimalinin düşük olması için ne söyledim? Kimseye ‘fon’ demedim. Benden para alanlar, şubat ayından sonra kendileri söylemeye başladılar. Ben Buse Terim’le hayatımda bir kere tokalaştım; nasıl onu bir fona ikna edebilirim? Ben bir sarmalın içine düştüm. Futbol camiasından kimseyi ikna etmedim. Onları böyle bir fonun olmadığına ikna edemedim” dedi.
SEÇİL ERZAN HAKKINDA VERİLEN KARAR
Bugün görülen duruşmada karar çıktı. Mahkeme kararında Seçil Erzan’ın 102 yıl 2 ay hapsine ve 753 bin lira para cezasına hükmetti. Öte yandan mahkeme, eski Denizbank yöneticileri Hakan Ateş ve Mehmet Aydoğdu’nun ise beraatine karar verdi.. Haber ; Cem Bayram SEÇEN
İspanya’da görülen Afrika domuz vebası (ASF) salgını Avrupa’da endişe yarattı. Salgının kontrol altına alınabilmesi için İspanyol askerler de devreye girdi. Salgın nedeniyle Avrupa Birliği (AB) Komisyonu da alarm durumunda. 2007’den bu yana onlarca ülkeyi etkileyen Afrika domuz vebası salgınının son vurduğu ülke İspanya oldu. Salgınla mücadele için önlemler artılırken İspanya Askeri Acil Durum Biriminin de (UME) görevlendirildi.



Papa Leo XIV, papalık görevinden sonra dışarıya yapacağı ilk seyahati Türkiye’ye yapıyor; ziyaret tarihleri 27–30 Kasım 2025 olarak açıklandı. Yani bugün Ankara’da Türkiye programı içinde, İznik’e özel bir durak kondu: Ziyaretin gerekçesi, Hristiyanlık tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olan Birinci İznik (Nikaia) Konsili’nin 1700. yıldönümü. Papa’nın İznik’te katılacağı etkinlikler arasında, göl kıyısında bulunduğu belirtilen su altı bazilikasının ziyaret edilmesi var bu bazilika, 4. yüzyıla ait ve yıllar içinde sular altında kalmış bir yapı. Kazı/restorasyon çalışmaları uzun süredir sürüyor. Bu yönüyle ziyaret tarih din ekseninde sembolik değeri yüksek; hem yerli Hristiyanlar hem de Batı kilise dünyası için “mirasın anılması” niteliğinde. Resmi Gerçekler ve Hazırlıklar Yetkililer ve yerel yönetim, ziyarete yönelik hazırlıkları hızlandırmış durumda: İznik’te güvenlik tedbirleri artırıldı; polis kontrolleri, kimlik kontrolleri, merkezi sokak kapı denetimleri gibi önlemler gündemde. Vatican’dan önce, papalık heyeti ve temsilciler İznik’e ulaştı, siteyi yerinde inceledi; bazilika alanı, tören platformu ve lojistik hazırlıklar resmî olarak yürütülüyor. Turizm, yerel esnaf ve seyahat acenteleri güncel ziyaretten umutlu: Ziyaretin ardından İznik’in Hristiyan turizmi ve genel olarak inanç mitoloji turizmi açısından hareketlenebileceği yorumları yapılıyor. Sonuç: Ziyaret artık “plan aşamasında” değil somut bir program ve hazırlık süreciyle hayata geçiriliyor. Tartışmalar, Belirsizlikler ve Endişeler Halkın Gündemi Papa’nın İznik’e gelişi, bazı kesimlerde ciddi tartışmalara yol açtı: Bazıları ziyareti “ekümenik hamle”, “dinler arası yakınlaşma” olarak yorumlasa da özellikle laik milliyetçi çevrelerde tepki var. Bazı yorumlarda bu ziyaretin, Türkiye’nin dini ve kimlik politikasında yeni bir dönemin işareti sayılabileceği, “yabancı dini otoritelerin” etkisinin artacağı yönünde kaygılar dile getiriliyor. “Geçmişte buna benzer izin verilmedi” bu tarihi argüman birçok kişide hâlâ etkili. Bazı çevreler, bu tür ziyaretlerin Türkiye’nin egemenlik ve kimlik değerleriyle çeliştiğini düşünüyor. Diğer yandan, Türkiye’de yaşayan Hristiyan azınlıklar, bu ziyaretin “varlıklarının görünür hale gelmesi, dini özgürlüklerin hatırlanması” yönünde önemli bir adım olabileceğini savunuyor. Ancak bu kesim, ziyaret sonrası pratikte nelerin değişeceği konusunda temkinli: “Misafirlik /sembolik ziyaret pratik değişiklik hangisi?” sorusu hâlâ belirsiz.Yani ziyareti “törensel ve sembolik” görenler olduğu gibi, “politik kimliksel dönüşüm başlangıcı” olarak görenler de var. Bu kutuplaşma, ziyareti toplumsal gerçekçi bir mesele hâline getiriyor. Bilinmeyenler Bazı sorular hâlâ cevap bekliyor: Soru Neden önemli? Ziyaret sonunda “yeni statü düzenleme” olacak mı? Örneğin ruhban okulunun (Heybeliada Ruhban Okulu) yeniden açılması gibi somut adımlar mı planlanıyor? Bu, ziyaretin sembolik değil, yapısal bir değişim sinyali olup olmadığını gösterecek. Sadece Katolik kilisesi değil Doğu Ortodoks, Ermeni, Süryani gibi diğer Hristiyan topluluklarına yönelik adımlar gündeme geliyor mu? Türkiye’deki azınlıkların beklentisi bu yönde; ziyaretten sonra “eşit muamele dini özgürlük azınlık hakları” adımları bekleniyor. Ziyaretin “barış dinler arası diyalog” boyutu sadece deklarasyon mu olacak, yoksa uzun vadeli bir stratejiye dönüşecek mi? Türkiye’nin hem iç hem dış politik konjonktüründe azınlıklar, diplomasi, Batı ile ilişkiler bu ziyaret “dönüştürücü” olabilir; ya da “bir kerelik sembolik ziyaret” olarak kalabilir. Ziyaret sonrası kamusal algı destekleyen karşı çıkan kesimler arasındaki kutuplaşma nasıl yönetilecek? Eğer hazırlıklar halkın beklentisi tepkisi dikkate alınmadan yapılırsa, toplumsal gerginlik riski var. Bu sorular, Papa’nın gelişi kadar sonrası için de önemli. Ne Bekleyebiliriz?
Olası Senaryolar Sembolik ziyaret + turizm canlanması: Ziyaret yapılır, törenler düzenlenir, İznik turizmi ve turistik Hristiyan mirası yeniden gündeme gelir bu senaryo, en “yumuşak” ve kısa vadeli. Mütevazı düzenleme + azınlık hakları vurgusu: Ziyaretten sonra, ruhban okulu, azınlık okulları, ibadet özgürlüğü gibi konularda adımlar atılabilir. Bu, sembolikten ziyade pratik bir açılım olur. Geniş kapsamlı dinler arası diyalog hamlesi: Sadece Katolik değil, Ortodoks, Ermeni, Süryani kiliseleriyle diyalog, azınlık gruplarıyla görüşmeler, Türkiye’deki Hristiyan topluluklarının statüsü gündeme gelebilir. Geri tepen toplumsal reaksiyon + kutuplaşma: Eğer adımlar “aralıksız” ve “şeffaf olmayan” olursa, laik milliyetçi veya muhafazakâr kesimlerde sert tepki gelebilir bu da toplumsal gerilime yol açabilir.
Benim Değerlendirmem: Ziyaret Bir Sınav Papa Leo XIV’ın İznik ziyareti, Türkiye için sadece bir “dini tören” değil aynı zamanda kimlik, tarih, diplomasi ve vatandaşlık anlayışı açısından bir sınav.Eğer ziyaret ardından “sadece basın fotoğrafı” kalırsa, bu İznik için bir hatıra olur. Ama eğer bu fırsat azınlık hakları, dini özgürlükler, tarihi mirasın korunması gibi somut adımlarla değerlendirilirse bu ziyaret, Türkiye’nin çok uzun süredir gündeminde olması gereken meseleleri tarihe gömülmüş kilitlerden çıkarabilir. Şimdilik, her açıdan belirsizlik hâlâ yüksek. Haber ; Cem Bayram SEÇEN